Kaşıkçı Elması, Tekfur Sarayı’nın çöplüğünde mi bulundu?
Esrarengiz İstanbul, bu hafta geçmişte şehrin en kozmopolit semtlerinden Edirnekapı’daki, Tekfur Sarayı’nın keşfine çıktı. Haldun Hürel, Tekfur’un esrarengiz hikayesini anlattı.
İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun Tekfur Sarayı’nı kullanmak yerine tarihi yarımadada yeni bir saray inşa ettirmesi üzerine git gide önemini yitiren Tekfur Sarayı aslında Doğu Roma İmparatorluğu’nun en önemli idari yapılarından biriydi. İnşa tarihi her ne kadar kesin olarak bilinmese de sarayın Bizans İmparatoru 7. Konstantin tarafından yapıldığını düşünenler mevcut. Sarayda görülen mimarı üslup dolayısıyla sarayın 12. yüzyılda Blaherna Saray Kompleksi’nin bir kısmı olarak eklendiği belirtiliyor.Tekfur Sarayı, İstanbul’un fethinde alınan ilk imparatorluk binası olma özelliği taşıyor. Peki Tekfur, Osmanlı zamanında nasıl kullanıldı? Ünlü Kaşıkçı Elması bu sarayda mı bulundu? Esra Gezginci, Tekfur Sarayı’nın bilinmeyen hikayesini, Sanat Tarihçisi Haldun Hürel’e sordu.
Haldun Hocam, bu sarayla ilgili türlü rivayetler var... “Evet, her bir köşesinde ayrı bir hikaye var. Düşünün bir zamanlar burada Bizans İmparatorları kalıyordu. Bu konu dahi başlıbaşına esrarengiz bir olay...” Önce Tekfur’un kelime anlamıyla başlayalım, Tekfur ne demek, saray ismini nereden alıyor? “Aslına bakarsak “Tekfur” Osmanlıların verdiği bir isim. Şimdi şöyle bir durum var önce onun altını çizelim... Osmanlı kendisini, yaşadığı dönemde en büyük imparatorluk olarak gördüğü için İstanbul’u yöneten Bizanslı yöneticilere de komple tekfur derlerdi. Tekfur yani oranın bir nevi kaymakamı, valisi gibi düşünürsek bu sıfatı böyle adlandırmış. Zaman içerisinde halk içinde kullanımında tekfur kelimesi, tekire de dönüşmüş. Yani burası için Tekir Sarayı da denmiş. Bizans İmparatoru nerede Osmanlı İmparatoru nerede... O yüzden tarih boyunca Tekfur olarak anılmış burası.”
Burası ayrıca İstanbul’un fethinde alınan ilk imparatorluk binası olarak da anılıyor “Az bilinen bir anekdot anlatacağım... Fatih İstanbul’a girdikten hemen sonra ilk geceden itibaren burada kaldı.” Şu an bulunduğumuz avluda mı? “Evet, evet... Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldıktan sonra, hemen ertesi gün, doğru gittiği yer Ayasofya oldu... Çünkü Üsküdar’dan o binayı, o kutsal yapıyı hep gözlüyordu. Üsküdar’da oturan Türkler yaklaşık 130 yıl, yani birkaç nesil Ayasofya’nın üstünde hac gördü. Dolayısıyla Fatih, Salacak kıyılarından, İstanbul’u seyrederken İstanbul’a özlemle baktı. Özlemin doruk noktası Ayasofya’ydı.”
İstanbul’a özlemle baktı ama fetih de ona kısmet oldu. “Şimdi şu surlara bakın ve o dönemi gözünüzde canlandırın... Fatih İstanbul’a girdikten sonra, ‘İstanbul’u çok harap etmişiz.’ dedi Yanıyor her taraf. Her taraf alevler içinde, ortalık darmadağın. İstanbul’un binaları yıkılmış. İçerde çok büyük savaşlar oldu. Köşebaşı savaşları deriz biz tarihte. Gırtlak gırtlağa çarpışmalar oldu. Hatta hiç şehri tanımıyorlar hiç bilmedikleri bir kültüre ait şehirin içine girmişler, dolayısıyla Mahmut Paşa bayrağın etrafında toplanın dedi. Kendi sancağının etrafında. Hiç bilmiyoruz aman birbirimizi kaybetmeyelim, birbirimize mukayyet olalım derken orada İstanbul’un pek çok şehidi oldu. Fatih İstanbul’a girdikten sonra hemen o geceden itibaren işte burada kaldı.”
Peki ne kadar kaldı? “Kesin bir tarih yok ama kaynaklar 3 hafta kadar diyor, yani 20-21 gün. Az bir süre değil. Düşünün 2 gün evvel Bizans İmparatoru burada kalıyordu. O öldü, öldürüldü daha doğrusu. Burada kalınca tabii 21 gün 3 hafta kadar sarayın içinde nasıl yaşadı, ne yedi, nasıl uyudu derken o günlerden günümüze kalan bir hatıra bıraktı, bir yazı."
Bu bilgi her yerde yok, yani az bilinen bir konu. Nasıl bir yazıydı acaba? “Daha doğrusu bir şiir” Fatih’in, “Avni” mahlasıyla yazdığı şiirleriyle de meşhur. "Kesinlikle, üstelik divanı da var biliyorsunuz..." Yazıyı merak ettim... “Şöyle... Saraya dönelim, gözünün gördüğü her yere bak... Fetihten sonra Sarayın hali kötü... Sarayın içinde kalitesiz kömürlerin kullanılmasından dolayı bütün perdeler kararmış, onları bile silmemişler, duvarlar kararmış çünkü mali durumları çok düşmüş vaziyette. Çok inanılmaz düşmüş ve örümcekler geziyor perdelerde, pencerelerin üstlerinde. Bunu görünce biraz duygulandı, içerledi, acıdı belki içten içe. Ve şiir yazdı ‘Örümcekler imparator olmuş’ diye bu sarayda. Çok acıklıdır o vaka ve 21 gün sonra hadi Allahaısmarladık dedi ve Edirne Sarayı’na döndü. Şiirin ise tam hali bazı kaynaklarda mevcut.”
Fatih sultan Mehmet, Bizans için bu kadar önemli olan bir sarayda neden kalmıyor, Edirne’ye dönüyor? “Çünkü kendi kültürüne uyan bir yer değil burası. Yani Osmanlı Müslüman bir millet. Kendi kültürüne uygun değil ve dolayısıyla İstanbul’dan döndü Edirne’ye ve İstanbul’u kendi ordusundan 3 önemli kişiye bıraktı. Vali diyebileceğimiz yani o günkü şartlarda vali denmez tabii ki ama şehir yöneticisi olarak Hızır Bey’i bıraktı. Ordunun başını karıştıran Süleyman Bey’i bıraktı vali olarak. Bir de mimar olarak, Atik Sinan’ı bıraktı. Bu Atik Sinan, Mimar Sinan’la karıştırılmasın atik eski demek, aman karıştırılmasın, eski Sinan dediğimiz, kenti Osmanlı kültürüne ihya etmesini istediği için onları bıraktı. Edirne’ye döndü. Edirne’ye döndükten sonra İstanbul hemen böyle dünden bugüne bir Türk kentine dönüşmedi. İstanbul yarımadasının evet bir Türk kentine dönüşmüş denmesi için ne kadar yıl geçti tahminen derseniz, şöyle derim çeyrek asır.. Ancak bu kadar sene çünkü o kültürden başka bir kültüre adapte ediyorsunuz koskoca şehri.”
Tekfur Sarayı için başka bir rivayet var. Bu saray hayvanat bahçesi yapılmış, gerçekte bu işin aslı nedir? “Meselenin aslı şu, burası Türkler zamanında çok çeşitli işlevlerde kullanıldı. Hayvanat bahçesine dönüştü bir dönem. Mesela bir rivayete göre ilk zürafa, İstanbul’da ilk zürafa burada bakıldı, beslendi ve Türkler onu çok merak ettiği için Türklere göstermeleri istendi. Fakat o sırada o süreçte ihmalkarlık, kapıları açarız açmayız derken zürafamız öldü. Ölünce de çürüdü, iskeletini göstermek zorunda kaldılar. Zaman içinde bakımsızlıktan çöplüğe dönüştü. Böyle çöpler boşaltıla boşaltıla o zamanlarda da var bugünkü gibi hani nasıl çöp topluyorlar yolda ya sepetler içinde ve arayıcılardan birinin yolu buraya düştü bir gün. Burada çöpleri karıştırırken bir taş buldu. Böyle cam gibi parlıyor.
Taştan kastınız elmas mı? O meşhur Kaşıkçı Elması çöpten mi bulundu?"Tabii bulan kişi elmas olduğunun farkında değil, fark etmedi ama bakın ne oldu.. Onu görünce koydu cebine. Belki bir şeye yarar diye çöplerini satmaya veya boşaltmaya giderken Tahtakale’ye düştü yolu. Orada bu işlerle uğraşan, nazar boncukları yapan adamlardan birine bunları veririm dedi. Gitti, dolaştı, neredeyse güneş batacak ama veremedi. Çoğu esnaf işe yaramaz dedi. En sonunda bir kaşıkçı dükkanına uğradı. Satmak istedi. Kaşıkçı da ‘hadi akşam akşam gel dedi bari boş dönme ver şu camı vitrine koyarım al sana 3 tane kaşık. Biri de biraz büyük, kepçe gibi. 3 tane kaşık veriyor ve adı Kaşıkçı Elması olarak kalıyor çünkü bilmiyorlar onun değerini.”
O Kaşıkçı Elması şu an Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergileniyor, namı saraya kadar ulaşmış demek. “Sonra bunun şayiası çıkıyor. Haber her tarafa yayılıyor... Ahmet’ten Mehmet’e, Mehmet’ten Süleyman’a yayıla yayıla Sultan’ın kulağına gidiyor. Sultan’ın kulağına gidince de Sultan bunu bir göreyim diyor. Bu işleri bilen sarraflar, mücevherciler, bankerler herkes Galata’da. Onlara incelettiriyor ve bunun çok değerli bir elmas parçası olduğu anlaşılınca Sultan buna el koyuyor. İşte o gündür bugündür o Kaşıkçı Elması bu isimden, bu sıfattan alıyor ismini. Keşke adamın hatırası da kalsaydı, ismi de kalsaydı. Ve yeri de burası, Tekfur Sarayı’nda görseydik."
Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetindeki ilk yıllarında atıl durumda olup hayvanat bahçesi olarak kullanılan sarayda sonraki yüzyıllarda çini üretimine de başlanmış. O meşhur Tekfur çinileri nasıl burada üretildi? “Çiniler topraktan imal ediliyor ve pişirilerek üstlerine desenler yapılıyor. Pişirmek için de fırınlar yapılmış. Ziyaretçilerin müzeye girdiğinizde avluda göreceği bu çukurlar aslında tarihi çini, seramik fırınları.”
Kimin fikri bu? “Bu karar 3. Ahmed döneminde alınıyor... Desen kalitesi, boya kalitesi form yani dizayn olarak formlarından dolayı çok meşhur hale dönüşüyor. Burası daha da büyütüyorlar, Yani illa böyle bir bina olması da şart değil. Mesela İznik’teki çiniler... 230’dan fazla çini fırını toprak fırın. Toprağın içini kazıyor, samanla odunla pişirilen o çinilerdeki güzelliğe gözüyoruz. İstanbul çinileri, İznik çinileri sanat tarihinde ayrı bir sayfadır. Yani düşünün ayrı bir ekoldür. Dolayısıyla o biraz da burada devam etmiş, 18. yüzyıldan sonra da yavaş yavaş kaybetmiş işlevini."
Maalesef tekrar atıl hale gelen saray geçtiğimiz yüzyılda onarım gördükten sonra eski haline dönüşemez ancak günümüzde yenileniyor ve yıllar sonra muhteşem bir müze olarak karşımıza çıkıyor. “Çok başarılı bir restorasyon çalışması olmuş. İstanbul’un resimli tarihi işte gözümüzün önünde ne kadar güzel. Bu tür tarihi mekanları ve yalnız gezmeyi çok seviyorum, çok heyecan verici oluyor. Emeği geçenleri kutluyorum. İstanbul bir tarih kitabı, kendisi bir tarih kitabı. Bunu öğrenmek bizim zevkimiz değil, ödevimiz olmalı.”
Alıntıdır
Esrarengiz İstanbul, bu hafta geçmişte şehrin en kozmopolit semtlerinden Edirnekapı’daki, Tekfur Sarayı’nın keşfine çıktı. Haldun Hürel, Tekfur’un esrarengiz hikayesini anlattı.
İstanbul’un fethinden sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun Tekfur Sarayı’nı kullanmak yerine tarihi yarımadada yeni bir saray inşa ettirmesi üzerine git gide önemini yitiren Tekfur Sarayı aslında Doğu Roma İmparatorluğu’nun en önemli idari yapılarından biriydi. İnşa tarihi her ne kadar kesin olarak bilinmese de sarayın Bizans İmparatoru 7. Konstantin tarafından yapıldığını düşünenler mevcut. Sarayda görülen mimarı üslup dolayısıyla sarayın 12. yüzyılda Blaherna Saray Kompleksi’nin bir kısmı olarak eklendiği belirtiliyor.Tekfur Sarayı, İstanbul’un fethinde alınan ilk imparatorluk binası olma özelliği taşıyor. Peki Tekfur, Osmanlı zamanında nasıl kullanıldı? Ünlü Kaşıkçı Elması bu sarayda mı bulundu? Esra Gezginci, Tekfur Sarayı’nın bilinmeyen hikayesini, Sanat Tarihçisi Haldun Hürel’e sordu.
Haldun Hocam, bu sarayla ilgili türlü rivayetler var... “Evet, her bir köşesinde ayrı bir hikaye var. Düşünün bir zamanlar burada Bizans İmparatorları kalıyordu. Bu konu dahi başlıbaşına esrarengiz bir olay...” Önce Tekfur’un kelime anlamıyla başlayalım, Tekfur ne demek, saray ismini nereden alıyor? “Aslına bakarsak “Tekfur” Osmanlıların verdiği bir isim. Şimdi şöyle bir durum var önce onun altını çizelim... Osmanlı kendisini, yaşadığı dönemde en büyük imparatorluk olarak gördüğü için İstanbul’u yöneten Bizanslı yöneticilere de komple tekfur derlerdi. Tekfur yani oranın bir nevi kaymakamı, valisi gibi düşünürsek bu sıfatı böyle adlandırmış. Zaman içerisinde halk içinde kullanımında tekfur kelimesi, tekire de dönüşmüş. Yani burası için Tekir Sarayı da denmiş. Bizans İmparatoru nerede Osmanlı İmparatoru nerede... O yüzden tarih boyunca Tekfur olarak anılmış burası.”
Burası ayrıca İstanbul’un fethinde alınan ilk imparatorluk binası olarak da anılıyor “Az bilinen bir anekdot anlatacağım... Fatih İstanbul’a girdikten hemen sonra ilk geceden itibaren burada kaldı.” Şu an bulunduğumuz avluda mı? “Evet, evet... Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldıktan sonra, hemen ertesi gün, doğru gittiği yer Ayasofya oldu... Çünkü Üsküdar’dan o binayı, o kutsal yapıyı hep gözlüyordu. Üsküdar’da oturan Türkler yaklaşık 130 yıl, yani birkaç nesil Ayasofya’nın üstünde hac gördü. Dolayısıyla Fatih, Salacak kıyılarından, İstanbul’u seyrederken İstanbul’a özlemle baktı. Özlemin doruk noktası Ayasofya’ydı.”
İstanbul’a özlemle baktı ama fetih de ona kısmet oldu. “Şimdi şu surlara bakın ve o dönemi gözünüzde canlandırın... Fatih İstanbul’a girdikten sonra, ‘İstanbul’u çok harap etmişiz.’ dedi Yanıyor her taraf. Her taraf alevler içinde, ortalık darmadağın. İstanbul’un binaları yıkılmış. İçerde çok büyük savaşlar oldu. Köşebaşı savaşları deriz biz tarihte. Gırtlak gırtlağa çarpışmalar oldu. Hatta hiç şehri tanımıyorlar hiç bilmedikleri bir kültüre ait şehirin içine girmişler, dolayısıyla Mahmut Paşa bayrağın etrafında toplanın dedi. Kendi sancağının etrafında. Hiç bilmiyoruz aman birbirimizi kaybetmeyelim, birbirimize mukayyet olalım derken orada İstanbul’un pek çok şehidi oldu. Fatih İstanbul’a girdikten sonra hemen o geceden itibaren işte burada kaldı.”
Peki ne kadar kaldı? “Kesin bir tarih yok ama kaynaklar 3 hafta kadar diyor, yani 20-21 gün. Az bir süre değil. Düşünün 2 gün evvel Bizans İmparatoru burada kalıyordu. O öldü, öldürüldü daha doğrusu. Burada kalınca tabii 21 gün 3 hafta kadar sarayın içinde nasıl yaşadı, ne yedi, nasıl uyudu derken o günlerden günümüze kalan bir hatıra bıraktı, bir yazı."
Bu bilgi her yerde yok, yani az bilinen bir konu. Nasıl bir yazıydı acaba? “Daha doğrusu bir şiir” Fatih’in, “Avni” mahlasıyla yazdığı şiirleriyle de meşhur. "Kesinlikle, üstelik divanı da var biliyorsunuz..." Yazıyı merak ettim... “Şöyle... Saraya dönelim, gözünün gördüğü her yere bak... Fetihten sonra Sarayın hali kötü... Sarayın içinde kalitesiz kömürlerin kullanılmasından dolayı bütün perdeler kararmış, onları bile silmemişler, duvarlar kararmış çünkü mali durumları çok düşmüş vaziyette. Çok inanılmaz düşmüş ve örümcekler geziyor perdelerde, pencerelerin üstlerinde. Bunu görünce biraz duygulandı, içerledi, acıdı belki içten içe. Ve şiir yazdı ‘Örümcekler imparator olmuş’ diye bu sarayda. Çok acıklıdır o vaka ve 21 gün sonra hadi Allahaısmarladık dedi ve Edirne Sarayı’na döndü. Şiirin ise tam hali bazı kaynaklarda mevcut.”
Fatih sultan Mehmet, Bizans için bu kadar önemli olan bir sarayda neden kalmıyor, Edirne’ye dönüyor? “Çünkü kendi kültürüne uyan bir yer değil burası. Yani Osmanlı Müslüman bir millet. Kendi kültürüne uygun değil ve dolayısıyla İstanbul’dan döndü Edirne’ye ve İstanbul’u kendi ordusundan 3 önemli kişiye bıraktı. Vali diyebileceğimiz yani o günkü şartlarda vali denmez tabii ki ama şehir yöneticisi olarak Hızır Bey’i bıraktı. Ordunun başını karıştıran Süleyman Bey’i bıraktı vali olarak. Bir de mimar olarak, Atik Sinan’ı bıraktı. Bu Atik Sinan, Mimar Sinan’la karıştırılmasın atik eski demek, aman karıştırılmasın, eski Sinan dediğimiz, kenti Osmanlı kültürüne ihya etmesini istediği için onları bıraktı. Edirne’ye döndü. Edirne’ye döndükten sonra İstanbul hemen böyle dünden bugüne bir Türk kentine dönüşmedi. İstanbul yarımadasının evet bir Türk kentine dönüşmüş denmesi için ne kadar yıl geçti tahminen derseniz, şöyle derim çeyrek asır.. Ancak bu kadar sene çünkü o kültürden başka bir kültüre adapte ediyorsunuz koskoca şehri.”
Tekfur Sarayı için başka bir rivayet var. Bu saray hayvanat bahçesi yapılmış, gerçekte bu işin aslı nedir? “Meselenin aslı şu, burası Türkler zamanında çok çeşitli işlevlerde kullanıldı. Hayvanat bahçesine dönüştü bir dönem. Mesela bir rivayete göre ilk zürafa, İstanbul’da ilk zürafa burada bakıldı, beslendi ve Türkler onu çok merak ettiği için Türklere göstermeleri istendi. Fakat o sırada o süreçte ihmalkarlık, kapıları açarız açmayız derken zürafamız öldü. Ölünce de çürüdü, iskeletini göstermek zorunda kaldılar. Zaman içinde bakımsızlıktan çöplüğe dönüştü. Böyle çöpler boşaltıla boşaltıla o zamanlarda da var bugünkü gibi hani nasıl çöp topluyorlar yolda ya sepetler içinde ve arayıcılardan birinin yolu buraya düştü bir gün. Burada çöpleri karıştırırken bir taş buldu. Böyle cam gibi parlıyor.
Taştan kastınız elmas mı? O meşhur Kaşıkçı Elması çöpten mi bulundu?"Tabii bulan kişi elmas olduğunun farkında değil, fark etmedi ama bakın ne oldu.. Onu görünce koydu cebine. Belki bir şeye yarar diye çöplerini satmaya veya boşaltmaya giderken Tahtakale’ye düştü yolu. Orada bu işlerle uğraşan, nazar boncukları yapan adamlardan birine bunları veririm dedi. Gitti, dolaştı, neredeyse güneş batacak ama veremedi. Çoğu esnaf işe yaramaz dedi. En sonunda bir kaşıkçı dükkanına uğradı. Satmak istedi. Kaşıkçı da ‘hadi akşam akşam gel dedi bari boş dönme ver şu camı vitrine koyarım al sana 3 tane kaşık. Biri de biraz büyük, kepçe gibi. 3 tane kaşık veriyor ve adı Kaşıkçı Elması olarak kalıyor çünkü bilmiyorlar onun değerini.”
O Kaşıkçı Elması şu an Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergileniyor, namı saraya kadar ulaşmış demek. “Sonra bunun şayiası çıkıyor. Haber her tarafa yayılıyor... Ahmet’ten Mehmet’e, Mehmet’ten Süleyman’a yayıla yayıla Sultan’ın kulağına gidiyor. Sultan’ın kulağına gidince de Sultan bunu bir göreyim diyor. Bu işleri bilen sarraflar, mücevherciler, bankerler herkes Galata’da. Onlara incelettiriyor ve bunun çok değerli bir elmas parçası olduğu anlaşılınca Sultan buna el koyuyor. İşte o gündür bugündür o Kaşıkçı Elması bu isimden, bu sıfattan alıyor ismini. Keşke adamın hatırası da kalsaydı, ismi de kalsaydı. Ve yeri de burası, Tekfur Sarayı’nda görseydik."
Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetindeki ilk yıllarında atıl durumda olup hayvanat bahçesi olarak kullanılan sarayda sonraki yüzyıllarda çini üretimine de başlanmış. O meşhur Tekfur çinileri nasıl burada üretildi? “Çiniler topraktan imal ediliyor ve pişirilerek üstlerine desenler yapılıyor. Pişirmek için de fırınlar yapılmış. Ziyaretçilerin müzeye girdiğinizde avluda göreceği bu çukurlar aslında tarihi çini, seramik fırınları.”
Kimin fikri bu? “Bu karar 3. Ahmed döneminde alınıyor... Desen kalitesi, boya kalitesi form yani dizayn olarak formlarından dolayı çok meşhur hale dönüşüyor. Burası daha da büyütüyorlar, Yani illa böyle bir bina olması da şart değil. Mesela İznik’teki çiniler... 230’dan fazla çini fırını toprak fırın. Toprağın içini kazıyor, samanla odunla pişirilen o çinilerdeki güzelliğe gözüyoruz. İstanbul çinileri, İznik çinileri sanat tarihinde ayrı bir sayfadır. Yani düşünün ayrı bir ekoldür. Dolayısıyla o biraz da burada devam etmiş, 18. yüzyıldan sonra da yavaş yavaş kaybetmiş işlevini."
Maalesef tekrar atıl hale gelen saray geçtiğimiz yüzyılda onarım gördükten sonra eski haline dönüşemez ancak günümüzde yenileniyor ve yıllar sonra muhteşem bir müze olarak karşımıza çıkıyor. “Çok başarılı bir restorasyon çalışması olmuş. İstanbul’un resimli tarihi işte gözümüzün önünde ne kadar güzel. Bu tür tarihi mekanları ve yalnız gezmeyi çok seviyorum, çok heyecan verici oluyor. Emeği geçenleri kutluyorum. İstanbul bir tarih kitabı, kendisi bir tarih kitabı. Bunu öğrenmek bizim zevkimiz değil, ödevimiz olmalı.”
Alıntıdır