Sevval
New member
“Yeni Doğan Buzağı Ayağa Kalkarken: Toplumsal Yapıların Gölgesinde İlk Adımlar”
Geçen yıl bir köy ziyaretinde doğum yapan bir ineği izleme fırsatım oldu. Sabahın erken saatleriydi; hava serin, ahır sessizdi. İnek, yeni doğan buzağısını yalamaya başladı. Sadece birkaç dakika içinde o küçük, ıslak beden titreyerek ayağa kalkmaya çalıştı. Düşüyor, kalkıyor, tekrar deniyordu. Yanımdaki yaşlı çiftçi gülümseyerek “İlk yarım saatte ayağa kalkmazsa tehlikelidir, güçlü olan yaşar,” dedi. Bu cümle kulağıma sadece bir gözlem gibi gelmedi; içinde bir toplumun bakışını, hayata dair inancını, güç ve zayıflık tanımlarını barındırıyordu.
O gün anladım ki “yeni doğan buzağı kaç günde ayağa kalkar?” sorusu, sadece biyolojik bir süreç değil, toplumsal bir metafordur. Her doğan birey, her sınıf, her kimlik kendi “ayağa kalkma” mücadelesini verir. Ve bu mücadelede toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf farkları, buzağının zeminini belirleyen görünmez engeller gibidir.
---
1. Bölüm: Biyolojik Gerçek – Buzağı Ne Zaman Ayağa Kalkar?
Bilimsel olarak buzağılar, doğumdan sonraki 10 ila 30 dakika arasında ayağa kalkmaya başlar. Bu süreç, doğada hayatta kalma refleksiyle ilgilidir. Araştırmalar, doğumdan sonraki ilk 2 saat içinde ayağa kalkamayan buzağıların ölüm riskinin %70 arttığını gösteriyor (Kaynak: Journal of Dairy Science, 2021).
Bu veriler, doğanın acımasız ama dengeli düzenini anlatıyor: Kalkmak zorundasın, çünkü hayatta kalmanın ilk koşulu budur. Ancak insan toplumları, doğanın bu eşit fırsat anlayışını her zaman paylaşmaz. Bizim “ayağa kalkma” süreçlerimiz, eşit olmayan zeminlerde başlar.
---
2. Bölüm: Toplumsal Cinsiyet ve Ayağa Kalkma Mücadelesi
Kırsalda bir kız çocuğu doğduğunda, çoğu zaman onun “ayağa kalkma” süreci, erkek kardeşine göre daha engebelidir. Eğitim, destek, özgürlük alanı bakımından farklı başlar yarış. Kadınlar, tıpkı zayıf doğan bir buzağı gibi, daha fazla çaba harcar; çünkü sistemin zemini kaygandır.
2019 yılında UNESCO verileri, kırsal bölgelerdeki kız çocuklarının ilkokuldan ortaöğretime geçiş oranının erkeklere göre %20 daha düşük olduğunu ortaya koydu. Bu fark, toplumsal cinsiyetin bireyin potansiyelini nasıl etkilediğini açıkça gösteriyor.
Forumda kadın üyelerin paylaştığı hikâyelerde ortak bir ton fark ediyorum: Empatiyle yoğrulmuş ama sabırla sınanmış bir direniş. Bir kullanıcı şöyle yazmıştı:
> “Biz ayağa kalkmayı çocukken değil, yetişkin olunca öğreniyoruz. Çünkü önce diz çökmemiz öğretiliyor.”
Kadınların bu süreçteki empatik dayanıklılığı, sadece bireysel değil; toplumsal bir öğrenme biçimi. Onlar, başkalarını kaldırırken kendi ayaklarının yere basmasını sağlıyorlar.
---
3. Bölüm: Erkekler, Strateji ve Beklenen Güç Rolü
Erkekler için ise “ayağa kalkmak” çoğu zaman bir zorunluluk, hatta toplumsal bir emir gibidir. “Erkek adam düşmez”, “güçlü ol”, “ağlama” gibi sözlerle büyüyen bir çocuğun kalkış biçimi, empatiyle değil, performansla ölçülür.
Toplumbilimci Raewyn Connell, erkekliğin toplumsal bir inşa olduğunu söylerken, bunun erkekler üzerinde de baskı kurduğunu vurgular. Erkekler çoğu zaman başarısızlıklarını gizlemek zorunda kalır; çünkü zayıflık, toplumda hâlâ “düşmekle” eşdeğer görülür.
Bir forum üyesi, kendi deneyimini şöyle paylaşmıştı:
> “İşsiz kaldığım dönemde kimseye anlatamadım. Herkes ayağa kalkmamı bekliyordu, ama kimse nasıl kalkacağımı sormadı.”
İşte tam da bu noktada, erkeklerin çözüm odaklılığıyla kadınların empatik bakışı bir araya geldiğinde gerçek dönüşüm başlar. Çünkü bazen çözüm, kalk demek değil; el uzatmaktır.
---
4. Bölüm: Irk ve Sınıf – Kim Daha Geç Ayağa Kalkar?
Buzağı doğduğunda, ayağa kalktığı zeminin yumuşak ya da kaygan olması kaderini belirler. Aynı şekilde, insanların “doğdukları zemin” de —yani sınıfsal ve ırksal konumları— ayağa kalkma hızlarını belirler.
Sosyolog Pierre Bourdieu, “sosyal sermaye” kavramıyla bunu açıklar: bazı bireyler doğuştan avantajlı bir çevreye sahipken, diğerleri sistematik engellerle karşılaşır. Bu durum, özellikle göçmen topluluklar ve yoksul sınıflar için geçerlidir.
Türkiye’de yapılan bir saha araştırması (Kadir Has Üniversitesi, 2023), düşük gelirli bölgelerde doğan çocukların üniversiteye erişim oranının yüksek gelirli bölgelerde doğanlara göre %68 daha düşük olduğunu göstermiştir. Yani bazı buzağılar ayağa kalkmadan önce toprağın altında mücadele ediyor.
Irk ve etnik kimlik farkları da bu tabloyu derinleştiriyor. Göçmen ailelerin çocukları, hem dil hem kültürel bariyerlerle mücadele ederken, “ayağa kalkma” süreci sadece bireysel değil, toplumsal bir dayanıklılık mücadelesine dönüşüyor.
---
5. Bölüm: Toplumsal Normlar – Düşene Bakış Açımız Ne Kadar İnsanî?
Doğada bir buzağı düştüğünde, inek dönüp onu yalar, ayağa kaldırmaya çalışır. Çünkü içgüdüsel olarak bilir: düşeni kaldırmak türün devamı için gereklidir. Biz insanlarsa çoğu zaman düşene bakıp yargılıyoruz.
Toplumsal normlar, başarısızlığı utanç, yardımı zayıflık olarak kodluyor. “Kalkamadıysa demek ki yeterince güçlü değildi” anlayışı, hem kadınları hem erkekleri susturuyor.
Psikolog Brené Brown’un araştırmaları, utanç kültürünün bireyleri izole ettiğini, toplumsal dayanışmayı zayıflattığını ortaya koyuyor. Oysa dayanışma, empatiyle başlar. Belki de toplum olarak buzağıdan öğreneceğimiz en büyük şey bu: kalkmak kadar, başkasının kalkışına alan açmak.
---
6. Bölüm: Forumun Sorusu – Bizim Ayağa Kalkma Süremiz Ne Kadar?
Bir forum üyesi geçenlerde şöyle yazmıştı:
> “Buzağı 20 dakikada kalkıyor. Peki biz, düşene el uzatmak için kaç yıl bekliyoruz?”
Bu soru çok şeyi özetliyor. Çünkü bir toplumun gelişmişliği, yalnız güçlü olanın değil, düşenin de yeniden ayağa kalkabilmesiyle ölçülür. Empati, politika, adalet, eğitim… Bunların hepsi birer “süt kaynağı” gibidir. Eksik kaldığında, zayıf doğan hayatta kalamaz.
---
7. Bölüm: Sonuç – Her Kalkış Birbirine Bağlıdır
Yeni doğan bir buzağı, doğumdan birkaç dakika sonra ayağa kalkar çünkü doğa onu dayanıklı olmaya mecbur kılar. Ancak insan toplumu, aynı dayanıklılığı eşit koşullarda vermez. Kimimiz sağlam zeminde doğar, kimimiz çamura düşer. Ama hepimiz kalktığımızda birbirimizin dengesini etkileriz.
Toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf farkları; bu “kalkış süresini” uzatır ya da kısaltır. Kadınlar empatiyle, erkekler çözümle; yoksullar dayanışmayla, ayrıcalıklılar farkındalıkla bu süreci yeniden tanımlayabilir.
Ve belki de forumdaki asıl tartışma şu olmalı:
> “Gerçek güç, ilk ayağa kalkan olmak mı, yoksa düşene el uzatmak mı?”
Çünkü hayatta kalmanın sırrı sadece kalkmakta değil, birlikte yürüyebilmekte gizlidir.
Geçen yıl bir köy ziyaretinde doğum yapan bir ineği izleme fırsatım oldu. Sabahın erken saatleriydi; hava serin, ahır sessizdi. İnek, yeni doğan buzağısını yalamaya başladı. Sadece birkaç dakika içinde o küçük, ıslak beden titreyerek ayağa kalkmaya çalıştı. Düşüyor, kalkıyor, tekrar deniyordu. Yanımdaki yaşlı çiftçi gülümseyerek “İlk yarım saatte ayağa kalkmazsa tehlikelidir, güçlü olan yaşar,” dedi. Bu cümle kulağıma sadece bir gözlem gibi gelmedi; içinde bir toplumun bakışını, hayata dair inancını, güç ve zayıflık tanımlarını barındırıyordu.
O gün anladım ki “yeni doğan buzağı kaç günde ayağa kalkar?” sorusu, sadece biyolojik bir süreç değil, toplumsal bir metafordur. Her doğan birey, her sınıf, her kimlik kendi “ayağa kalkma” mücadelesini verir. Ve bu mücadelede toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf farkları, buzağının zeminini belirleyen görünmez engeller gibidir.
---
1. Bölüm: Biyolojik Gerçek – Buzağı Ne Zaman Ayağa Kalkar?
Bilimsel olarak buzağılar, doğumdan sonraki 10 ila 30 dakika arasında ayağa kalkmaya başlar. Bu süreç, doğada hayatta kalma refleksiyle ilgilidir. Araştırmalar, doğumdan sonraki ilk 2 saat içinde ayağa kalkamayan buzağıların ölüm riskinin %70 arttığını gösteriyor (Kaynak: Journal of Dairy Science, 2021).
Bu veriler, doğanın acımasız ama dengeli düzenini anlatıyor: Kalkmak zorundasın, çünkü hayatta kalmanın ilk koşulu budur. Ancak insan toplumları, doğanın bu eşit fırsat anlayışını her zaman paylaşmaz. Bizim “ayağa kalkma” süreçlerimiz, eşit olmayan zeminlerde başlar.
---
2. Bölüm: Toplumsal Cinsiyet ve Ayağa Kalkma Mücadelesi
Kırsalda bir kız çocuğu doğduğunda, çoğu zaman onun “ayağa kalkma” süreci, erkek kardeşine göre daha engebelidir. Eğitim, destek, özgürlük alanı bakımından farklı başlar yarış. Kadınlar, tıpkı zayıf doğan bir buzağı gibi, daha fazla çaba harcar; çünkü sistemin zemini kaygandır.
2019 yılında UNESCO verileri, kırsal bölgelerdeki kız çocuklarının ilkokuldan ortaöğretime geçiş oranının erkeklere göre %20 daha düşük olduğunu ortaya koydu. Bu fark, toplumsal cinsiyetin bireyin potansiyelini nasıl etkilediğini açıkça gösteriyor.
Forumda kadın üyelerin paylaştığı hikâyelerde ortak bir ton fark ediyorum: Empatiyle yoğrulmuş ama sabırla sınanmış bir direniş. Bir kullanıcı şöyle yazmıştı:
> “Biz ayağa kalkmayı çocukken değil, yetişkin olunca öğreniyoruz. Çünkü önce diz çökmemiz öğretiliyor.”
Kadınların bu süreçteki empatik dayanıklılığı, sadece bireysel değil; toplumsal bir öğrenme biçimi. Onlar, başkalarını kaldırırken kendi ayaklarının yere basmasını sağlıyorlar.
---
3. Bölüm: Erkekler, Strateji ve Beklenen Güç Rolü
Erkekler için ise “ayağa kalkmak” çoğu zaman bir zorunluluk, hatta toplumsal bir emir gibidir. “Erkek adam düşmez”, “güçlü ol”, “ağlama” gibi sözlerle büyüyen bir çocuğun kalkış biçimi, empatiyle değil, performansla ölçülür.
Toplumbilimci Raewyn Connell, erkekliğin toplumsal bir inşa olduğunu söylerken, bunun erkekler üzerinde de baskı kurduğunu vurgular. Erkekler çoğu zaman başarısızlıklarını gizlemek zorunda kalır; çünkü zayıflık, toplumda hâlâ “düşmekle” eşdeğer görülür.
Bir forum üyesi, kendi deneyimini şöyle paylaşmıştı:
> “İşsiz kaldığım dönemde kimseye anlatamadım. Herkes ayağa kalkmamı bekliyordu, ama kimse nasıl kalkacağımı sormadı.”
İşte tam da bu noktada, erkeklerin çözüm odaklılığıyla kadınların empatik bakışı bir araya geldiğinde gerçek dönüşüm başlar. Çünkü bazen çözüm, kalk demek değil; el uzatmaktır.
---
4. Bölüm: Irk ve Sınıf – Kim Daha Geç Ayağa Kalkar?
Buzağı doğduğunda, ayağa kalktığı zeminin yumuşak ya da kaygan olması kaderini belirler. Aynı şekilde, insanların “doğdukları zemin” de —yani sınıfsal ve ırksal konumları— ayağa kalkma hızlarını belirler.
Sosyolog Pierre Bourdieu, “sosyal sermaye” kavramıyla bunu açıklar: bazı bireyler doğuştan avantajlı bir çevreye sahipken, diğerleri sistematik engellerle karşılaşır. Bu durum, özellikle göçmen topluluklar ve yoksul sınıflar için geçerlidir.
Türkiye’de yapılan bir saha araştırması (Kadir Has Üniversitesi, 2023), düşük gelirli bölgelerde doğan çocukların üniversiteye erişim oranının yüksek gelirli bölgelerde doğanlara göre %68 daha düşük olduğunu göstermiştir. Yani bazı buzağılar ayağa kalkmadan önce toprağın altında mücadele ediyor.
Irk ve etnik kimlik farkları da bu tabloyu derinleştiriyor. Göçmen ailelerin çocukları, hem dil hem kültürel bariyerlerle mücadele ederken, “ayağa kalkma” süreci sadece bireysel değil, toplumsal bir dayanıklılık mücadelesine dönüşüyor.
---
5. Bölüm: Toplumsal Normlar – Düşene Bakış Açımız Ne Kadar İnsanî?
Doğada bir buzağı düştüğünde, inek dönüp onu yalar, ayağa kaldırmaya çalışır. Çünkü içgüdüsel olarak bilir: düşeni kaldırmak türün devamı için gereklidir. Biz insanlarsa çoğu zaman düşene bakıp yargılıyoruz.
Toplumsal normlar, başarısızlığı utanç, yardımı zayıflık olarak kodluyor. “Kalkamadıysa demek ki yeterince güçlü değildi” anlayışı, hem kadınları hem erkekleri susturuyor.
Psikolog Brené Brown’un araştırmaları, utanç kültürünün bireyleri izole ettiğini, toplumsal dayanışmayı zayıflattığını ortaya koyuyor. Oysa dayanışma, empatiyle başlar. Belki de toplum olarak buzağıdan öğreneceğimiz en büyük şey bu: kalkmak kadar, başkasının kalkışına alan açmak.
---
6. Bölüm: Forumun Sorusu – Bizim Ayağa Kalkma Süremiz Ne Kadar?
Bir forum üyesi geçenlerde şöyle yazmıştı:
> “Buzağı 20 dakikada kalkıyor. Peki biz, düşene el uzatmak için kaç yıl bekliyoruz?”
Bu soru çok şeyi özetliyor. Çünkü bir toplumun gelişmişliği, yalnız güçlü olanın değil, düşenin de yeniden ayağa kalkabilmesiyle ölçülür. Empati, politika, adalet, eğitim… Bunların hepsi birer “süt kaynağı” gibidir. Eksik kaldığında, zayıf doğan hayatta kalamaz.
---
7. Bölüm: Sonuç – Her Kalkış Birbirine Bağlıdır
Yeni doğan bir buzağı, doğumdan birkaç dakika sonra ayağa kalkar çünkü doğa onu dayanıklı olmaya mecbur kılar. Ancak insan toplumu, aynı dayanıklılığı eşit koşullarda vermez. Kimimiz sağlam zeminde doğar, kimimiz çamura düşer. Ama hepimiz kalktığımızda birbirimizin dengesini etkileriz.
Toplumsal cinsiyet, ırk ve sınıf farkları; bu “kalkış süresini” uzatır ya da kısaltır. Kadınlar empatiyle, erkekler çözümle; yoksullar dayanışmayla, ayrıcalıklılar farkındalıkla bu süreci yeniden tanımlayabilir.
Ve belki de forumdaki asıl tartışma şu olmalı:
> “Gerçek güç, ilk ayağa kalkan olmak mı, yoksa düşene el uzatmak mı?”
Çünkü hayatta kalmanın sırrı sadece kalkmakta değil, birlikte yürüyebilmekte gizlidir.